GÜZEL ÜLKEMİZİ İÇİNDE BULUNDUĞU BUNALIMDAN NASIL KURTARABİLİRİZ
GÜZEL ÜLKEMİZİ İÇİNDE BULUNDUĞU BUNALIMDAN NASIL KURTARABİLİRİZ?
Prof. Dr. Salih Akdemir
A.Ü. İlahiyat Fakültesi
Tefsir Anabilim Dalı Başkanı
“İnananlar, ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin aralarını düzeltin ve Allah’ın sevgisine kavuşmanız için de (daima) Allah’ın bilincinde olun! Ey inananlar! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasınlar. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın! İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir namdır! O halde kimler tövbe etmeyecek olurlarsa, bilsinler ki, onlar, zalim olanlardır!” [49Hucurât Suresi,10-11]
Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, Roma’da temaslarını izleyen gazetecilerin sorularını yanıtlarken, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi gerilime dikkat çeken Sayın Gül, ‘Hak etmediğimiz tartışmalar yaşıyoruz’ dedi ve bu gerilimi bir türbülansa benzeterek, bu durumdan bir an önce çıkılması gerektiğini şu çarpıcı sözler ile ifade etti:
"Bir tartışma var, kırıcı da olabiliyor. Türbülansa girersiniz, çıkarsınız. Türbülansta düşen bir uçak yok bildiğim kadarıyla. Ama yolcuları rahatsız eder. Boyutunu büyütmeyin, kasırga fırtına esiyormuş gibi almayın. Söylem tarzlarımız biraz gözden geçirilirse, bu havayı değiştirir. Hele şimdi seçime giderken bunun önemli olduğunu düşünüyorum."
Sayın Gül, gazetecilerin, ‘ Son dönemde Batı basınında istikrarsız bir Türkiye fotoğrafı inşa edilmiyor mu?’ sorusunu ise şöyle yanıtladı:
“Dışarıdan çok kasıtlı olarak kötü göstermek isteyen çevreler olabilir ama bunu toptancı bir şekilde 'dışarısı kötü göstermek istiyor, kampanya yapıyor' diye düşünmek doğru değil. Unutmayalım ki, dışarıda bir zamanlar bizim için 'reformist government in Turkey' (Türkiye'nin reformcu hükümeti) diye manşetler atılıyordu. Bizim başarılarımızı çok övdüler açıkçası. O bakımdan objektif olmamız gerekir. Hepsini toptancı şekilde Türkiye düşmanı gibi görmemek gerekir. O zaman kendimize yanlış yaparız ve herkesi Türkiye'nin düşmanları safına yerleştiririz... Tabii azıcık zayıflarsak üstümüze çullanacak çevreler var, gerçekçi olmalıyız ama toptancı da olmamalıyız. Hak etmediğimiz tartışmalar yaşıyoruz. Türbülans gibi bir tartışma ortamı içindeyiz.”
Sayın Cumhurbaşkanımız daha sonra, ‘Türkiye’nin bu durumdan nasıl kurtulur ve içinde bulunduğu türbülanstan nasıl çıkabilir?’ sorularına hikmet dolu sözler ile yanıt vermiştir:
“Türbülans lafının boyutunu çok büyütmek kanısında değilim. Türbülansa girersiniz, çıkarsınız. Şimdiye kadar türbülansta düşen bir uçak yok bildiğim kadarıyla. Ama yolcuları rahatsız eder. Boyutunu büyütmeyin, kasırga fırtına esiyormuş gibi almayın. Ama hepimiz görüyoruz, manşetlere baktığınızda konuşulanlara baktığınızda, demek ki keskin bir ortam var. Buradan hemen çıkılması gerekir. Türkiye'yi bu tartışmalardan, atmosferden süratli bir şekilde çıkarmak da yine bizim elimizdedir. Sadece siyasete değil, basın dünyasına da, yazarlara da, iş dünyasına, hepimize de iş düşer. Söylem tarzını herkesin bir gözden geçirmesini gerektiriyor. Söylem ve konuşulan dil gözden geçirilirse bu havayı değiştirir. Seçime giderken bunun önemli olduğunu düşünüyorum.”
Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül nihayet, ‘Yaşanan sürecin mahiyeti ve bununla nasıl baş edileceği konusunda devletin tepesinde, buradaki kurumlar arasında fikir birliği var mı?’sorusuna da son derece anlamlı bir yanıt vermiştir:
“Devlet organları arasında farklılıklar yok, Cumhurbaşkanlığı, hükümet, yüksek mahkemelerin başkanları ve diğer önemli kurumlara baktığınızda. Söylediğiniz konudaki problemlerin çözülmesi ancak hukuk çerçevesi içinde mümkün olabilir. 'Devlet için bu tip davranışlar doğru değildir' dediğinizde, bunların hukuk çerçevesi içinde düzeltilmesi bir noktada görevdir. Bunlar yapılırken yanlışlar olursa, hukuk dışı olursa, yine mekanizmalar var. Türkiye çalışan bir hukuk devletidir, mahkemeler vardır, üst mahkemeler vardır, itirazlar vardır. Kimse 'ben bunu böyle istediğim için böyle oldu, böyle istiyordum, böyle yapıyorum' derse, bu hukuka aykırıysa, bunun kontrol mekanizmaları var, hukuka uygun hale getirilir. Bu çerçeve içinde bakarsak, bu yönde gidersek bu sıkıntılı durumdan en az zayiatla çıkılır.”
Sayın Cumhurbaşkanımızın, Güzel Türkiye’mizi, herkesi olumsuz etkileyen, geleceğimiz hakkında karamsarlığa düşüren bu anlamsız ve gereksiz tartışmalardan kurtarmanın bizim elimizde olduğunu ifade etmesi gerçekten de üzerinde ısrarla durulması gereken bir husustur. Bu konuda sadece siyasilerin değil, medya mensuplarının, işadamlarının, yazarların ve bu alanda katkı sağlayacak herkesin sorumluluk üstlenmesi ve tüm tarafların öncelikle söylem tarzlarını değiştirmesi gerektiğini vurgulaması her türlü takdirin üzerindedir. İşte Sayın Cumhurbaşkanımızın bu çağrısı, bizi, Güzel Ülkemizin bu olumsuz süreçten bir an önce çıkmasına katkı sağlayabilmek için zaten yazmak istediğim bu yazıyı yazma konusunda cesaretlendirmiştir. Biz, yaşadığımız bu süreci, uzmanlık alanımız olan, Vahiy Süreci doğrultusunda değerlendirmek ve çözüm yolları önermek istiyoruz. İnsanlığa Son Çağrı olan Kur’ân-ı Kerim, inananlar için kıyamete dek devam edecek olan bir hidayet rehberi, bir yol göstericidir. Gerçek kurtuluş O’nun belirlediği yoldadır. Gerçekten de Kur’ân-ı Kerim, bu yaşadığımız sürecin ortaya çıkış nedenleri ve çözümleri konusunda bize yol göstermektedir. Genelde bu gibi süreçler, bir takım provokatörlerin, çıkarcıların ve münafıkların kışkırtması ile başlar. Kur’ân-ı Kerim bu gibi durumlardan korunmak için, izlememiz gereken yol konusunda bizleri aydınlatmaktadır:
“Ey inananlar! Eğer fâsık biri size bir haber getirecek olursa, bilmeden bir halka kötülük etmemeniz ve dolayısı ile yaptıklarınıza pişman olmamanız için, onun doğruluğunu iyice araştırın. İçinizde Allah’ın elçisi olduğunu bilin. Eğer o, birçok işte size uymuş olsaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize güzel göstermiş, inkârı, fıskı ve isyanı ise size çirkin göstermiştir. İşte onlar, Allah’ın lütfü ve nimeti sayesinde doğru yolu izleyenlerdir. Allah, gerçekten de çok iyi bilen, çok bilge olandır.” [49Hucurât Suresi,6-8]
İşte bu gibi çıkarcı, kötü niyetli, işbirlikçi kişiler, inananları birbirlerine düşürebilmektedirler. Böyle bir durum söz konusu olduğunda, yapılması gereken, sürece soğukkanlılıkla ve bilgelikle yaklaşmasını bilmektir. Konuyu derinlemesine araştırmadan atılacak adımlar, pişmanlık doğuracak sonuçlar doğurabilir. Bu gibi durumlarda yapılması gereken, inananların, Kur’ân-ı Kerimin şu ayetleri doğrultusunda hareket etmeleridir:
“İnananlar, ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin aralarını düzeltin ve Allah’ın sevgisine kavuşmanız için de (daima) Allah’ın bilincinde olun! Ey inananlar! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasınlar. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın! İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir namdır! O halde kimler tövbe etmeyecek olurlarsa, bilsinler ki, onlar, zalim olanlardır!” [49Hucurât Suresi,10-11]
Kardeşlerin aralarını bulma konusunda yapılacak en önemli iş, kardeşleri birbirlerine karşı kullanacakları üslup konusunda gereken uyarıları yapmaktır. Üslup konusunun inananı iman dairesinden çıkaracağı ayette açık bir biçimde ifade edilmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün sorunun aşılması konusunda tarafları öncelikle üsluplarını, yani söylemlerini değiştirmeye davet etmesi bu bakımdan son derece anlamlıdır. Gerçekten de öncelikle yapılması gereken budur. Bu yapılmadığı takdirde sorunun aşılamayacağı açıktır. Bugün Devlet Bakanı, Başbakan Yardımcısı, Hükümet Sözcüsü ve çok değerli insan Bülent Arınç Beyin, NTV’de canlı yayında yaptığı açıklamalar, üslup konusunda olumlu bir sürece girildiği konusunda bizde bir ümit uyandırmıştır. Bilindiği gibi Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz'ın açıklamalarını "vatana ihanet" olarak yorumlamış, Fethullah Gülen Hoca Efendinin sızan telefon görüşmesinde kullandığı "ananas" kelimesine atıf yaparak da "Ananas cumhuriyeti olmayacağız" demişti. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bugün NTV'de yaptığı açıklamalarda, hem Erdoğan'ın TÜSİAD Başkanı'na yönelik sert ifadelerini yumuşattı, hem de "ananasın dile dolanmaması lazım" diyerek cemaatin yurtdışındaki okullarına ve iş bağlantılarına sahip çıktı. "Muharrem Bey vatanperver biridir" dedi. Sayın Arınç’ın başlattığı bu anlamlı yaklaşımın tüm taraflar nezdinde itibar bulması en büyük arzumuzdur. Bülent Arınç Beyin, sahiplendiği cemaatin yurtdışındaki okullarının ve iş bağlantılarının gerçekleşmesinde Sayın Fethullah Gülen Hoca Efendinin yönlendirmelerini ve katkılarını hiç kimse inkâr edemez. Milyonların gönlünde taht kurmuş olan bir zatın, Kur’ânî Ahlaka uygun düşmeyen bir takım çirkin lakaplar ile vasıflanarak karalanmak istenmesi, sadece Cemaate bağlı olanları değil, Ülkemizde ve Dünyada birçok inananı derinden yaralamış ve üzmüştür. Birçok kimse, Sayın Fethullah Gülen Hoca Efendiyi sevmeyebilir, görüşlerini ve yaklaşımlarını beğenmeyebilir ve onları dilediği gibi eleştirebilir. Bu, onların en doğal hakkıdır. Ancak doğal olmayan, yanlış olan, inanan biri için, “Yalancı peygamber, sahte veli, içi boş âlim müsveddesi” gibi son derece çirkin ifadelerin hem de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tertiplediği bir ödül töreninde kullanılmasıdır. Burada üzücü olan, bu sözler karşısında, hiç kimsenin hiçbir tepki göstermemesidir. Bu sıfatlar, ancak dinsiz biri için kullanılabilir. Bir insanın dinsizliğine hükmetmek ise, açıkça kendisi ifade etmediği takdirde, sadece Allah’a ait bir haktır. Yüce Mevlâ’mız, bu konuya şöyle dikkatlerimizi çekmektedir:
“İnanan ve iyi işler yapanlara gelince; Biz, onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağız; onlar orada sürekli kalacaklardır. İşte bu Allah’ın gerçek vaadidir: Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir ki...?(Ancak, cennete kimin gireceğine karar vermek) ne sizin ne de kitap ehlinin istemesine göredir. Kim, bir kötülük işlerse, ondan dolayı cezalandırılır ve kendisi için Allah dışında ne bir dost ne de yardımcı bulur. Şu halde, ister erkek isterse kadın olsunlar, kimler, inanmış olarak, iyi işler yaparlarsa, çok iyi bilin ki, onlar, cennete girecek ve zerre kadar haksızlığa uğratılmayacak olanlardır. ” [4Nisâ Suresi,122-124]
Yeri gelmişken hemen belirtelim ki, Sevgili Peygamberimiz bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Bir kimse, birine küfür isnat ederse ve o özellik onda yok ise, küfür isnadı kendine geri döner.”
Aynı durum Cemaat üyelerinin “Haşhaşiler” olarak nitelenmesi için de geçerlidir. İnananlar ile ilgili bu gibi nitelemelerde bulunanların acil olarak yapması gereken, bir an önce tövbe ederek, hatalarından geri dönmeleridir. Aksi halde onlar ile ilgili ayet son derece açıktır:
“Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın! İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir namdır! O halde kimler tövbe etmeyecek olurlarsa, bilsinler ki, onlar, zalim olanlardır!” [49Hucurât Suresi,11]
Kur’ân adına yapılmasını gerekli gördüğüm bu açıklamalardan, bazıları benim Cemaat Üyesi olduğum sonucuna ulaşabilirler. Hemen belirteyim ki, benim Cemaat ile hiçbir bağım yoktur. Herkes çok iyi bilir ki, ben, inanmayanlar da dâhil olmak üzere herkese eşit mesafede duran biriyim. Bir Kur’ân hâdimi olarak bana düşen, her zaman doğruları söylemektir. Bu yazıyı yazmanın nedeni de budur. Amacım, inananları, değerleri savunanları, başlarına gelecek olanlar konusunda bilinçlendirmektir. Gereken tedbirler, zamanında alınmadığı takdirde bizleri bekleyen olumsuzluklardan kurtulmamız asla olası değildir. Aslında içinde bulunduğumuz durum iç açıcı da değildir. Böyle bir kanaate ulaşmamın nedeni, Medya’nın ve Basının, gerçeklerden uzak bir biçimde, en az iki zıt kutuba ayrılmaları, hiç çekinmeden birbirlerine karşı yalanlarda ve iftiralarda bulunmalarıdır. Bu çıkmazdan kurtulmak için seçim yapmak zorundayız. Ya gerçek inananlar olarak, her ne pahasına olursa olsun, her zaman doğruları, değerleri, aleyhimize olsa bile savunacağız ya da inancımızı kaybetmek pahasına onları savunmayacağız. İnananlar için seçim bellidir: Her ne pahasına olursa olsun, gerçekleri savunmak… Aksi davranışların bizi Yüce Mevlamızın Rahmetinden uzaklaştıracağı açıktır. Bu çıkmazdan kurtulmanın yolunu Yüce Mevlamız bize açıkça bildirmektedir:
“Ey inananlar! Allah elçisi, her ne zaman sizi size hayat verecek olan konulara çağıracak olsa, Allah’a ve elçiye uyun ve Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O’nun huzurunda bir araya getirileceğinizi bilin! Fitne konusunda her zaman duyarlı olun; çünkü o, (çıktığında) özellikle sadece içinizdeki zülmedenlere bulaşmakla kalmaz… Allah’ın da cezalandırma konusunda çok şiddetli olduğunu bilin!” [8Enfâl Suresi, 24-25]
Şu halde fitne ve fesat konularında her zaman duyarlı olmamız gerekir. Fitneden kurtulmanın yegâne yolu da, inananlar olarak birbirimizi kardeşler ve dostlar olarak görmemizdir… Aksi halde fitneden kurtuluş, İlahî buyruk gereği, asla söz konusu olmayacaktır:
“İnkâr edenler de birbirlerinin dostları ve koruyucusudurlar. Eğer siz de (aranızda onlar gibi) davranmazsanız, ülkede baskı, zulüm ve (dolayısıyla) çok büyük bir kargaşa egemen olur.” [8Enfâl Suresi, 73]
Şu halde biz inananlara düşen, birbirimizi, birbirini yok etmek isteyen düşmanlar olarak görmek yerine, dost olarak görmeye çalışmaktır. Bu kardeşlik ve dostluk sürecini bir an önce gerçekleştiremezsek bizi bekleyen acı son ortadadır. Bu durum ise, ancak Güzel Ülkemizin gelişmesini istemeyen bazı dış güçleri sevindirir. Zaten onların amacı, Güzel Ülkemizi parçalamak değil midir? Şurasını hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, Yeryüzünde gerçek anlamda barışın, sevginin, kardeşliğin ve adaletin egemen kılınması, sömürü sistemlerinin yok olması, her ne pahasına olursa olsun değerleri savunan Lider Bir Türk Devletinin varlığına bağlıdır. Birleşmiş Milletlerde sürekli bir biçimde tanık olduğumuz olaylar, bu konuda ne kadar haklı olduğumuzu açıkça gözler önüne sermektedir. O halde, bu gerçeği hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım. Ankara 31-01-2014